Canııııııııııııııııııııım<3
|
|
|
|
|
AşkımızınÜçüncüAyı - Doğum Anlarım
|
|
Kalktım yine her zamanki gibi. Ama bugün farklı bir şey yapacaktım, Yalıkavak'a gidecektim. Sabah kalkar kalkmaz hızlıca kahvaltı yapıp hemen dolmuşa bindim. Her şey aynıydı, sıkıcıydı hayat. Herkes ve her şey aynıydı... Ta ki bodrum dolmuşuna bininceye kadar… Sol arkada oturmuş sıkıcı ve bunaltıcı dolmuştan bari bakışlarım özgür olsun diyerek dışarıyı gözlüyordum… Durdu dolmuş ve içeri tanıdık bir surat, bir melek girdi… Sanki bir emir geldi bakın birbirinize diye… Girer girmez O bana baktı, ben O’na… Çok güzeldi, kendisi kabul etmese de o çok güzeldi ve gün geçtikçe benim gözümde güzelliği akıl almaz şekilde artıyor… Sonra çevirdim kafamı, yine dışarı bir göz attım; yanıma birisi oturdu. Geldiğini göremedim dışarı bakıyordum çünkü fakat kafamı hafifçe yana çevirdiğim zaman O’nu gördüm. Ben tanımıştım O’nu fakat selam veremedim; O tanır diye düşündüm. Zaten normal olanı yaptı; çok iyi tanımadığı bir erkeğe kim selam verir ki? … Gerçekten çok ama çok tatlı bir melek yanına oturmuş bir erkek ne yapar sizce? Evet, tahmin ettiğinizi yaptım; utanıp sessizce onu görmemiş gibi yaparak dışarıyı gözetledim. Ona bakmak istiyordum, izlemek istiyordum ama utanıyordum. Dolmuştasın ve dünyada her çeşit insan var. O’da beni onlardan sanabilirdi ve böyle bir şey olsun istemezdim… Neyse, o yanımda arkadaşlarıyla gülüşürken müziği son sese açtım ki kendimi belli ettireyim, azıcık benim hakkımda bir şeyler düşünsün … O dakikalar öylece akıp giderken, bir gün o yanımdaki, o an yanımdaki meleğin benim hayatımın yaşam kaynağı, mutluluğum olacağını ancak Allah’tan gelecek olan bir vahiy ile kabul ederdim. Olamazdı, olmazdı. Çünkü O çok güzeldi ve kim bilir kimi seviyordu? Devam edersek indik dolmuştan ve her şey aynı devam etti… O gün yine her zaman ki gibi dostlarımla top oynadım, gezdim, tozdum dolaştım. Akşam eve gidip interneti açtığımda O melek bana yazdı ‘Bugün bodruma geldin mi sen?’… Verdiğim cevap direk muhabbete dalmak isteyecek ve aralarını iyi yapmak isteyecek şahısın verdiği cevaplardan birinin örneğiydi; ‘Evet, yanındaki bendim ’… O an aslında bir serüven başladı… O başlattı serüveni. O’nun bu serüveni başlatan ellerine kurban olayım ben… Başlamıştı, uzundu fakat bu. Kısacık ve kaypak aşklara benzemeyecekti lâkin bilemezdik biz, bilemezdik ki ikimizde… Muhabbetimiz tamda benim istediğim şekilde yürüdü ve ona karşı bir çığ gibi büyüyen aşkımı içimde ‘Olmaz, O seni arkadaş olarak görüyor, durmalısın artık yeter!’ deyip bastırmaya çalışsam da; olmadı, iyi ki de olmadı. Yapmacık ve kimlik üstündeki doğum günümü yaşarken içimden geçiyordu ona söylemek, belki O’da bir şeyler hissediyordur diyordu içim. Ama kaybedemezdim ben O’nu… Ya hayır derse? Ya benimle bir daha konuşmazsa? İçim içimi yiyip bitiriyordu bu sorularla. Tatlı bir heyecan içerisindeydim, aklım çıkmıyordu O’ndan… Dayanamadım, doğum anımı yaşamayı istedim artık… Herhalde bunu yapabilen tek insan benimdir; “doğum anını” istediği zaman yaşamak … Söyledim O’na, “Lütfen benimle konuşmamazlık etme yoksa bu benim ölüm fermanım olur. Özür dilerim, sanırım seni seviyorum…” O anları anlatamam demek sanırım yeterli olmaz ama o anları gerçekten anlatamam. O’na içimdekileri söyledikten sonra O bana tam olarak cevap vermedi aslında. Şaşırmıştı, haklıydı, arkadaş olarak görüyordu beni; Ben O’nun “memocanıydım”, O benim “cellocanımdı”, “özlenen insanlardık” ikimizde… Ama dayanamadım, aşkım çığ gibi büyüyordu. Günler gelip geçiyordu ve beklediğim cevabın konusu dahi açılmamıştı. Bir gün sanki bir yol gözüktü, bir mesaj geldi: “Kardeşlik isteği gönderdim facede kabul ettin mi?” O an sanırım bana gizli bir şekilde verdi cevabını diye düşündüm, korktuğum başıma gelmişti. Madem dedim olmadı, madem çıkmaza girdi, dök içini de içinde kalmasın diye düşünüp öyle hareket ettim. Heyecandan ne zaman geldiğimi bilmediğim bir ormanın içinde uzanıp O’ndan gelecek mesajı beklerken bulmuştum kendimi. Ağlıyordum, ölümüne ağlıyordum. Vücudumdaki tüm suları gözlerimden akıtasım vardı. Çok kötüydüm kısaca, boğazım düğümlenmiş, kaburgaları iç organları sıkıştıran, saçı başı dağınık bir şahıstım. Dönüp bakamadım kendime, “Ben ne yapıyorum, kendime gelmeliyim” diyemedim. Sonra sanki bir yanlışı düzeltmeye çalışırcasına mesaj yağmuru geldi. En son döktüm anahtar soruyu “Neden kabul etmedin, neden?” dedim çok derinden ve ormanda haykırırcasına… “Hiç öyle bir şey geçmedi aklımdan memocan.” yazan bir mesaj geldi. İlk önce düşündüm acaba hayal mi görüyorum diye. Sonra akışına girdi hayat… “Aslında bende boş değilim ” diye bir mesaj geldiği anda o akışındaki hayat var ya o akışındaki hayat, birden şu dünyadaki mutluluk kuramlarını ve iddialarını tek bir bakışla alt üst edecek olan bir adamın “aşk içinde hayatına” dönüştü... Olmuştu, başarmıştım, savaşta galip sen ben değil; artık hep olacak olan “bizdik”… O gece bana ilk defa ‘aşkım’ ve ‘seni seviyorum’ da demişti üstelik. “Sen beni öldürmek mi istiyorsun be kadın? Bu kadar mutluluk, bu kadar ‘ilk’ bir gecede yüklenir mi bir yüreğe? Öldüreceksin maazallah…” derdim utanmasam … İşte başladı serüven ve “doğmuştum” artık, “doğum anımı” betimledim sizlere… Duyuyor gibiyim seslerinizi, tabi ki, hemen başlıyorum “Yeni Doğan Bebeğe Verilecek Büyük Sevgi” kısmına…
Yeni Doğan Bebeğe Verilecek Büyük Sevgi
Başlamıştı artık, işin en zor kısmını atlatmıştık… Ben hala inanamıyordum ki şu an bile şükürler olsun 57. gündeyiz, bana hala rüya gibi geliyor (cimciklersen küserim )… O kadar güzel, o kadar tatlı bir melek benim gibi bir insana nasıl bakar? Şaka gibi… Gel gelelim büyüyordum artık gün geçtikçe, “çocuk” olma yolunda ilerliyorum. İlk hafta, ikinci hafta üçüncü hafta… Su gibi akıp geçti. Büyüdüm herkes gibi fakat herkes gibi yemekle, su, nefes ile büyümedim. Ben “aşkla” büyüdüm, O’nun hep “en çok” aşkıyla büyüdüm… Hani ister ya küçük bir bebek bir oyuncağı, hani annesinden süt emmek ister ya, o sütsüz olamayacağını bilir ya hani; öyleydim ben işte… Ama benim yaşam kaynağım süt değil, O’ydu… Klişeleşmiş bir deyim olup önemini yitirmiş bir yargı olduğu halde bende öyleydim; “O olmadan yaşayamazdım artık…” Hala öyleyim, 57. günümdeyim daha, hala “aşka” ihtiyacım var büyük, sınırsız ki istediğimden fazlasını veren bir sevgilimde var. Bu yetmez mi ki, bedel değil mi ki tüm dünyaya, her şeye? … Gel gelelim günler kovaladı birbirini, 1. ay hemencecik geliverdi; O’nu görecektim bugün. Önceden bir buluşma yapsak da o tanışma faslıydı diyebiliriz. Asıl önemli olan gün 1. aydı ve bugün artık birbirimizi yiyip bitirmek istercesine özlediğimiz, uzun ve sabırla dolu günlerin geçici sonuydu… Gittim yanına. Oraya vardığımda gösterilerinin gerektirdiği şekilde şarkı söylüyordu. Geçtim bir köşeye, can dostum geldi yanıma; Özgür geldi. Hemen benim kısa kesmek istediğim “vay kanka naber? Nerede kaldın ya? Özlettin kendini.” faslı sona erdi ve geçip bir köşeye hayatımın aşkını izledim. Uzaktaydı ama -içimde taşıdığım özlemin etkisi ile olsa gerek- orada durup günlerce, yıllarca izleyebilirdim O’nu… Durdum, o yolculuğun verdiği yorgunluk, baş ağrısı falan hepsi bitti gitti. O an dostumun ne dediğini de, ortamda konuşulanları da duymuyordum; sanki etraf karanlık ve sadece O vardı benim için… Aşıktım deliler gibi be… Ölürdüm O’nun için. Maalesef ki zaman akıp geçti ve onların uygun oldukları düşündüğü bir yere gittik. Oturduk, hediyeleri verdim O’na; “Sefa’yı” ve “haribocu sevgilimi” ön plana çıkaran hariboları … Güzel zannediyordum her şeyi, oturuyorduk öyle, konuşuyorduk. Fakat “perili eve” gidince az önce yaşadıklarımın tam bir zaman kaybı olduğunu anladım; “keşke daha önce sarılabilseydim”… Gittik perili eve ve muhabbet yine devam ederken içimdeki dürtüler beni çıldırtacak dereceye geldi ve “aşkım, gelsene bi” dedirtti bana (baldızım Gizem’in yardımlarını not etmezsem olmaz )… Geldi, yürüdü ve elini tuttum; oturduk. Şu an bunu anlatmam gerçekten imkansız fakat dünyanın en uzun cümleleriyle anlatmak yerine bunu okuyanın anlayacağını bildiğim için özetliyorum; “mükemmeldi…” İlk önce sadece el ele tutuşuyorduk, bir süre bir şeyler fısıldaştıktan sonra elimi attım omzuna… O’da bana yaslandı ve kollarıyla belimi sardı… O an nabzımı ölçtürsem belki dünya rekoru kırabilirdim. Gerçekten kalbim birden o kadar çok hızlanmıştı ki bunu çokça hissediyordum lâkin o an hislerimin minnacık bir kısmını kaplayan taraftı o; O an sol yanımda bana yaslanmış bir sevgili ve o meleğin sırtımda hissettiğim kolları, ellerimde hissettiğim yumuşacık, “toka bile tutmayan” saçları… O an ona da belirttim hatta söyledim “Çok özleyeceğim bu vakitleri…” ki öyle oldu (şu an saate baktım ve 03.03 denk geldi Allah Allah ). Şu an keşke bir daha, ömür boyu yaşasam o anları… Anlatılmaz ki; mükemmel ötesi… O an var mıdır ki benden daha mutlu olan bir adam; hayatımın aşkı kollarımda, bir melek kollarımda… Meleklere soyut dedirtmem artık; “kollarımda yahu hissediyorum neresi soyut?”… O an Azrail gelse gülerek karşılardım, o derece mutluydum. Bitmeseydi o anlar, bitmeseydi keşke… Ama zamanı durduramayız değil mi ne yazık ki… Şu an bir hikaye gibi yazdığım şu yazıda bile geçmek, bitirmek istemiyorum bu bölümü… Ama anlatacak daha çok şey var …
İki “Aşık”…
Bitti o mükemmel gün, eve zor taşıdı bacaklarım beni, “O’nu istiyorum ben O’nu !” diyip duruyordu kalbim… Ama bitti ve eve gidiyordum artık… Günler yine su gibi akıp geçti, en az 1 hafta sürekli ilk ayımızdan bahsettik, yaşadıklarımızdan ve hissettiklerimizden… Ki hala konuşuyoruz … Özlüyoruz birbirimizi, hani Necip Fazıl üstat da belirtmiş ya “Ne hasta bekler sabahı, ne taze ölüyü mezar. Ne de şeytan bir günahı, seni beklediğim kadar.”, işte öyle bekledim seni, öyle sabrettim günlere, nefes yerine sabır çektim her sabah… Zaman aktı gitti, amacımız Sbs de bitti, sıra geldi ondan hemen bir sonraki gün O’nu görmeye… Fakat önceki gibi olmadı bu, kendimi “aşarak” gittim oraya; engeller tutamadı beni hayat tutamadı. Geleceğim dedim, gitmeliydim zaten, “aşkım” gidecekti; yalnız bırakacaktım birde ha ?... Vardım tekneye, ilk başta göremedim O’nu, O belki bana bakıyordu ama ben ne kadar baksam da göremedim O’nu… Dostumla koşmanın verdiği heyecan bir de O’nu görmeye eklenince yine başım dönmeye başladı; tatlı telaş … Sonra oturduk, tanışma faslı derken; O’nu gördüm. Tekneye ilk girişteki sol masanın girişe bakan kısmındaydım. Giriş kısmından içeri doğru girerken gördüm Meleğimi… O anı da anlatmam mümkün değil gerçekten; sabırla dolu uzun bir süre görememenin verdiği heyecanla birden gördüm O’nu. Geçti, arkama oturdu. Farkında olmadan arkama bir bakayım dedim, bakayım nereye oturmuş meleğim. Döndüğümde fark ettim ki hemen sırtımın dibine oturuvermiş… Hemen geri dönmek zorunda kaldım. Hocaların ‘anlarlarsa’ korkusu vardı tabi… Güzeldi her şey, açıldık, beraber yüzdük, suyun altında el ele tutuştuk, sarıldık, kokusunu içime çektim, geminin heyecanlı sallantılarında herkesin çığlıkları arasında birbirimize bakarak ellerimizi bir havlunun altında sımsıkı tuttuk… Daha ne isteyebilirim ki hayattan? O kadar sövdüğüm saydığım hayattan başka ne isteyebilirim ki? O an anladım, nankörmüşüm ben… Hayat bana kimseye davranmadığı kadar iyi davrandı; ‘aşkı’ gerçek anlamda yaşattı… Yine maalesef ki o gün de bitti, zorla gittim eve yine bana karşı çıkan kalbim ve iyice ağırlaşan bacaklarımla… Şimdi, şu 03.26 sularında, 57. günümüzdeyiz… O’na olan aşkım kesinlikle ilk günkü gibi değil, kesinlikle değil; onun 57 katı… Eh be hayat, bir rüya gibi açıkladın ve açıklamaya devam ediyorsun bana ‘aşkı’. Ne diyeyim ki sana, Allah razı olsun, şükürler olsun Allah’ıma bu günleri yaşattığı için… Bana ‘aşkı’, ‘sende’ yaşattığı için şükürler olsun; senin gibi bir melekte… Anlatamam ki aşkımı… Anlıyorsun ama sen beni, sende anlatamıyorsun çoğu şeyi. Aşkı bana yaşattığın için sana teşekkür ediyorum sevgilim. Sana diyip de diyemediğim o kadar iltifata, o kadar güzel söze, o kadar güzelliğe say sen bu cümleyi; SeniçokseviyorumSevgilim… <3
|
|
|
Bir ömür seninle… Geçsin bir ömür seninle. Ömrümün tamamı ol, seveyim seni aşk dolu yıllarca… Sabahlara kadar güzel yüzün süslesin gözlerimin içini, ellerin tamamlasın ellerimi… Dudaklarımız aşkımızın ateşi ile yansın tutuşsun, kalplerimiz hep bağlı kalsın birbirine… Yıllar yetmez ki bize. Sonsuz ömür hakkı tanırsa Rabbim bize, anca doyarız birbirimize… Bak aşkım, gözlerimin içini, kalbimin derinliklerini düşün; kendini bulacaksın… Ben yaratılırken, yaşam kaynağım herkesten farklılaştırılmış. Sadece “sen” ile yaşarım ben, sadece “sen”… Geçsin gitsin bu ömür seninle, olursa ömürlerde… En değerlim, kutsalım, senin için yaratılmışım ben… Sensiz bir hiçim şu yalan dünyada, senin ile mutlu bir aşk adamı… Ya nasıl anlatsam ki ben, anlatılamaz; sen, senin aşkın, senin güzelliğin… Bilinmeyen, ulaşılamaz güzellikteki bir melek, benim sevgilim… Dünyaları verseler değişmem saçının telini, ömrümün geri kalanı… İsmin yetiyor kalbimin uçacak gibi olmasına, sadece “Selen” yetiyor… Aşkın deli etti gerçekten… Bir ömrün seninle geçeceğini bilmek, aşkından deli etti beni. Gecem oldun, gündüzümsün; gözbebeğimsin her dakika benimle… “Elleri ellerime, gözleri gözlerime, saçları saçlarıma karışan bir sen olsan…” Her gün her fotoğrafına bakarken ağzımdan dökülen cümle, “ölürüm ben sana…”, bir diğeri de, “SeniÇoookSeviyorumHayatııım…”<3 |
|